Sayfalar

22 Ekim 2015


Çetin Altan 22-10-2015 tarihinde aramızdan ayrıldı. Zaman zaman fikirleri bana ters gelse de her zaman değerlidir. bana Aşağıdaki röportaj 2007'de kendisiyle yapılmış. Bugünleri o zamandan görmüş, uyarmış. Lütfen zaman ayırıp okuyun...

"Sentez kaçıyor, füzyona kalıyoruz"


Türkiye'nin 30 yıl daha çağı yakalayamayacağı tesbiti, gençlerin modern bir meslekte evrenselleşip 21. yüzyılı daha hızlı yakalamaları öğüdü, Çetin Altan'ın düne göre daha karamsar olduğunu düşündürttü bize. Konuştuk; neden böyle yazdığını anlattı...
* Türkiye globalleşmeye "füzyon"la girecek, oysa gönlümüz "sentez"le girmesiydi, diye yazdınız. Nedir bu füzyon ve sentez?
- İnsanın gönlü götürmüyor fazlasını yazmayı. Bir yazı insanının kapasitesi Shakespeare, Goethe ya da Anatole France düzeyinde olmayabilir. Ama yazıyı para kazanmak için bir araç değil, hayatın amacı olarak görüyorsa, zamana ve mesafeye dayanıklı olma özenini taşımalıdır. Bu yüzden güncel yazmıyorum. 20. yüzyılın en büyük keşfi, madde ile enerjinin aynı şey olduğudur. Evren enerjidir ve Kosmos'daki herşey bir değişim içindedir. Füzyon yeryüzündeki değişimin dinamiğidir ve bu değişime karşı çıkan herhangi bir duruşu sarmalayacaktır. Dünyanın bu sonsuz iletişim ve değişim içindeki enerji kaynağının hareketinin dışında kalması mümkün mü? Sen dünyanın minicik bir parçası üzerinde bu sonsuz değişime karşı çıktığın vakit elbette büyük dalgaların altında kalan inatçı bir kaya parçası gibi olursun, sürüklenirsin. Füzyona yani bir cins erimeye dönüşürsün.

* Türkiye Asentez yerine erimeye doğru mu gidiyor?
- Kuyunun dibinden gökyüzünün resmi yapılmaz, Türkiye'nin resmi içinden anlaşılmaz. Atina genelkurmayından baksak Türkiye'ye, ne görürürüz? 12 bin dolardan başlıyor Atina'nın milli geliri, burası daha üç bin dolarda değil. Gelir dağılımı yüzde 1400 kat bozulmuş. Oysa bir yönetime gelir dağılımı bu kadar bozulmasın diye gerek vardır. Kabuk devlet dediğimiz hazineden geçinmeli yapı bu. 370 bin resmi lojman var Türkiye'de, 202 bini sivillere ait geri kalanı da militerlere. Peki bu resmi lojmanlar hangi kaynaktan, ne zaman, kimler tarafından yapıldı, geriye dönük olarak sorabiliyor muyuz açığa çıkartmak için? Türkiye'nin tek sorunu saydamlıktır.

* Şeffaf Türkiye hayali yani?
- Evet. Meselâ Fransa'yla arası açıldı, Ermeni meselesi falan. Saydamlaşmayınca, benim iddiam senin iddian, bunun sonu gelmez. Neden kimse Ermeni meselesini uluslararası bir tarihsel komisyonda belgelerle birlikte çözmeye gitmedi? Padişaha ait bütün Osmanlı toprakları Cumhuriyet zamanında devlet hazinesine intikal etti. Onun da patronu baştaki siyasetçi. Peki bu araziler kimlere verildi acaba, "Verdimse ben verdim"e kadar geldi çünkü iş. Yetmiş senedir devlet bankalarından kimlere kredi verildi de o krediler geri dönmedi, niye açıklamıyorsun? Silah almaya ne kadar döviz harcadığını niye açıklamıyorsun? Demek ki sen kendi halkından bir şey saklıyorsun ve bundan da kâr ediyorsun. Saydamlık olmayınca sorumlusu da bulunmuyor. Söylemeyelim ordu yıpranmasın. Ordu, tam tersi, gerçek ortaya çıkarsa yıpranmaz. Gizli yıpranmak daha korkunçtur. Mevcudu söylediğin vakit yıpranmaz ordu ya da herhangi bir kurum, bir daha yapmaz çünkü.
* Türkiye neden çağdaş olamıyor diye soruyor ve beş madde sayıyorsunuz.
- Daha da sayılabilir. Üçüncü Ahmed dönemi, Yahya Kemal'in sonradan taktığı isimle Lale Devri, 18. yy başı. Kağıthanede kasırlar, kaplumbağaların üzerine mum dikiyorlar, Fransız sarayına özeniyorlar. Bu tüketimde çağdaşlaşmaya dönük bir şeydir üstelik en üst düzeyde, padişah falan düzeyinde. Ama halk bu tüketimle çağdaşlaşamayınca Patrona Halil bunlar kafir oldu diye camide toplanıp ayaklanıyor, hepsini deviriyor. Onun adı gerici, tüketimde çağdaşlaşmaya çalışansa ilerici oluyor. Ama bu tüketimin kaynağı nereden çıkıyor sorusunu kimse sormuyor. III. Selim de aynı şeyi yaptı. Nizam -ı Cedid, Yeni Düzen ismi onundur. Sonra Tanzimat gelecektir Mecid'le beraber, Fransa kopyası olacaktır ama sadece yaşam biçiminde, üretimde değil.

* Mustafa Kemal'in farkı var mı?
- Hayır yok. Beyaz masa, kadın erkek beraber, şapka giyelim falan. Bir kültür devrimidir. Peki üretimde? Köylü. Osmanlı tarihi saydam olarak ortaya konmuyor, herkes bir övünme peşinde. Özeleştiri olmaz mı, çağdışıyız işte. Yunanistan'ın kaç basamak altındayız yaşam kalitesi açısından. Neden diye sormaz mı insan. Hep övünüyorsak o zaman niye muassır medeniyet seviyesine ulaşacağız ki.
* Sentez fırsatı kaçtı mı?
- İşgal rantabl olmadığı zaman füzyon olur, erirsin yani, benim de söylediğim odur. 36 padişahtan 14'ü devrildi, kimse niye devrildiğini incelemedi. Muhalefet yok, kadiri mutlak, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi halife ve devriliyor. İnsan merak etmez mi...
* Genç kuşakların evrensel normlara uygun, her yerde geçerli birer meslek edinmesini ve bu yolla evrenselleşmesini öneriyorsunuz. Ülkeyi terk mi edelim?
- Nete getirmek zorunda kaldım, AB'ye girmek konusunda büyük karşı çıkışlar oldu. Bunun etkisi oldu tabii ki. Kopenhag Kriterleri, Helsinki ölçekleri dediğin zaman burası belirli bir hegemoyanın alanı olmaktan çıkıyor. İnsan hakları geliyor dediğin zaman haksız yere gözaltına aldığın adamı serbest bıraktığında tazminat ödemek zorundasın.

* Hepimize her zaman umut aşılayan, "Enseyi karartmayın" diyen sizi bu noktaya ne getirdi, ilk kez karamsar gibisiniz?
- Değilim. AB engelleniyor, hem de gecikecek gibi gözüküyor, o yüzden yazdım. Neden değişime uymadı burası? Çünkü değişmeyince kâr edenler var bundan. Köylünün değişmesi için gerekli yatırım yapılmıyor, yabancı sermaye yapabilirdi bunu yahut Lozan tam uygulansaydı olabilirdi. Osmanlı azınlıklarının hakları tanınmış olacaktı o zaman. Kilisesi falan tanındı ama Ne Mutlu Türküm Diyene, Bir Türk Dünyaya Bedeldir gibi ırkçılık edebiyatı ile birlikte tanındı. O insanlar hazineden geçinmeli olmadığı için uluslararası düzlemde ekonomik ilişkiler içindeydi ve büyük bir olanaktı. Osmanlı çok iyi kullanmıştır bu ekonomik imkânı. Peki o zaman sen nereden yakalayacaksın uluslararası gelişme dinamiğini...

* Eski yazılarınızı yayımlıyorsunuz ve bugüne cuk oturuyor. Yazının eskimemesi güzel ama, öte yandan bu kadar değişmemek utanç verici değil mi?
- Türkiye değişmemekte ayak diriyor. Türkçesini yazmak da içimden gelmedi. Füzyon ve sentezi yan yana getirmemin nedeni bu. Ulus devletle değişim kolay olmaz. Bir de sağlığında kendi heykelini diktirmiş insanların ülkeleri çok acı çekiyor. Ve bu heykeller zamana da dayanmıyor.

* Değişimin dış dinamiğe bağlı olduğunu söyleyenler mandacı olarak görülüyor?
- 1982 yılına kadar Kanada İngiltere'nin mandasıydı, dominyonuydu. Ama bir numaraydı yeryüzünde, bugün de öyledir. Kişi başına kâğıt tüketimi 200 kilodur, Türkiye'de ise 14 kilo. Türkler'i Türkler yönetiyor. Peki iyi mi yönetiyor? Gelir dağılımında en kötü beş ülkeden biri durumuna düşmüşsün. Bir yönetilen var bir de yöneten ama, böyle bir ayırım yokmuş gibi sunuluyor halka. Sezer "Yasalar sadece yönetilenler için değil yönetenler içindir de" demek ihtiyacını duydu hukukçu olduğu için. Mesele yöneten yönetilen meselesidir ve bu işin yabancısı olmaz. İşi bilen ve bilmeyen vardır, teknik bir meseledir. O zaman ne diye insanları Amerika'ya üniversiteye gönderiyorlar? Ameliyat olmaya başka ülkelere gidiyorlar. Başka yer yoktur, dünya yuvarlaktır ve aydan bakıldığında "Bir mavi portakala benziyor" dedi adam. İster İsveçli ol, ister Perulu 25 bin gün yaşıyorsun, ortak kullandığın takvime göre. Ama "Hayır o yabancı, ben Türk" diye koşullandırıyorsun insanları sen. Bu Türk'e Türk propagandası yapmaktır kendi adamını kazıklamak için. NATO'ya girdin, çünkü ucuz askerdin piyade taburu olarak. Şimdi ihtiyacı kalmadığı için canın sıkılıyor. Doğruyu yabancı söylüyor, sense kendi halkından gizliyorsun gerçeği. Yazar, zamana dayanan yazılar yazarak bunu düzeltmekle yükümlü olan insandır. Ama sen onu da yok ediyorsun. 

Hiç yorum yok: