Sayfalar

16 Aralık 2010

The Doors - Cem Şeftalicioğlu (Arşiv)

ve bir gece
aydınlık bir gece
yalancı ışıklarla aydınlatılmış karanlık bir gece
gecenin kapısı güne açılırken
yalancı ışıklar gerçek ışık karşısında erirken
bazıları daha yeni başlamışken rüyaya
benim rüyam kapıdan girince başladı






Jim Morrison ve The Doors



Herhalde Jim Morrison bu başlık için beni de bıçaklamaya kalkardı. Hayattayken en nefret ettiği şeylerden biriydi çünkü bu şekilde gruptan ayrı tutulmak:


Bir konser öncesi sunucu anons için sahneye çıktı ve "Bayanlar, baylar; Jim Morrison ve The Doors’u sahneye davet ediyorum." dedikten sonra sahneden indi. Jim sunucuyu bekliyordu aşağıda, onu tuttu ve: "Hayır adamım, oraya geri dön ve bizi doğru dürüst tanıt." Diyerek biraz da tartakladı. Bu olayda Jim’in sunucuya bıçak çektiği de bir rivayet. Sunucu birden panikleyerek "Ne dedim, neyi yanlış yaptım?" diye sordu. Jim "The Doors" diye karşılık verdi, "grubun adı bu.".


Dört tane kapı!


"Eğer algının kapıları temizlenirse herşey olduğu gibi görünür, uçsuz bucaksız." Jim, William Blake’in bu sözünden ve Aldous Huxley'nin Algının Kapıları (The Doors of Perception) isimli kitabından etkilenerek düşünmüştü bu ismi ve ekledi: "Bilinen ve bilinmeyen şeyler vardır ve aralarında da kapılar (THE DOORS) bulunur."



Ray Manzarek, Robby Krieger, John Densmore ve Jim Morrison.
Klasik müzik eğitimi almış bir piyanist, flamenko ve blues çalan bir gitarist, bir jazz davulcusu ve Jim Morrison.

Yine ayrımı yaptık. Jim gelecek şimdi mezarıma işediğiniz yetmedi bir de en gıcık olduğum şeyi yapıyorsunuz diyecek. Ama bu ayrım resmi olarak 1978 yılında da yapıldı, hem de diğer üç kapı tarafından. An American Prayer albümü Jim Morrison and The Doors ismiyle yayımlandı.


The Doors, Jim Morrison hayattayken altı tane stüdyo albümü yaptı. Bu altı albüm onların Amerika’da ve dünyada milyonlarca hayran kitlesine sahip olmasına yetti. 1967 yazının bir numaralı şarkısı Light My Fire onları milyonlara tanıttı ve en çok satan 45’likleri oldu.

Pek çok insan da, 1967 yazında olmasa bile, The Doors’u ilk bu şarkıyla tanımıştır. Ama bu insanlardan çok azı bu kadarıyla yetinmiştir. The Doors öyle bir kapı ki insanı içine çekiyor. Her zaman yeni birşey bulabiliyor insan müziklerinde.


Nasıl yeni şeyler yani? Bu soru şu şekilde de sorulabilir: Neden hâlâ bu kadar gündemdeler ve milyonlarca hayranları var? Cevap müziklerinde saklı:


The End’e bakın…oedipal bir destan.…Riders on The Storm…. bir cinayet ilahisi…… I Looked You…..tam bir şirinlik abidesi….Moonlight Drive…saykıdelik bir aşk şarkısı… People Are Strange….yalnızlığın destanı yabancı bir ülkede umutsuzca…..Wintertime Love…soğuk kış günlerinin iç ısıtan valsi….Unkown Soldier….savaş bitimi kutlamaları…..Blue Sunday….ruha işleyen o muhteşem gitar…. ve gider…gider…gider….

Bugüne müzikleriyle kaldılar diyorum ben, ama Jim Morrison etkisini de atlamıyorum. Her yaptığı olay olmuştu yaşarken. Miami’de teşhircilik yaptı (kanıt yok ama kim bilebilir..?), New Haven’da polislere tartıştı, sahneye hep sarhoş çıktı ve zamane gençliğinin imrenilen adamı oldu.


Jim öldükten sonra ilahlaştırma seviyesine getirildi hayranları tarafından. Mezarına gidip bira içtiler Jim ölmemişçesine. Şişenin dibini mezara döktüler. Bağırdılar, çağırdılar, yediler, içtiler mezarı başında..


60’ların idealist gençleri ana-baba oldu. Şimdi çocuklarına geldi sıra. İşte müziğin gücü.


Acaba Jim Morrison tam zirvedeyken ölmeseydi de, yaşayan yaşlı ve göbekli bir alkolik olsaydı şimdi,


aynı şeyleri yazacak mıydım ben burada…?


Sanırım evet.


Cem Şeftalicioğlu (Arşiv 1990 lardan)


Hiç yorum yok: