Sayfalar

8 Ocak 2012

Mekteb-i Sultani

Tarih 7 Ocak 2012, TV de izlediğim Fetih 1453 filminin fragmanı, İstanbul'da yağmur ve karayel fırtınası, aynı gün Galatasaray'ın deplasmanda Samsunpor'a karşı 2-0 dan 2-4 ile maçtan galip çıkması, bir de Ferhan Şensoy'un "Kalemimin Sapını Gülle Donattım" adlı anı kitabını okumam herşeyi nasıl da birbirine bağladı:
Lafın geri kalanında birşey yazmaya gerek yok, aşağıda bu kitaptan yaptığım alıntı en saf haliyle asaleti çağrıştırıyor bana:

Mekteb-i Sultani - Gül Baba
        Gök gürledi. Beyaz saçlı, uzun beyaz sakallı adam okuduğu kitaptan başını kaldırdı, kulübenin penceresinden dşarı baktı, tel çerçeveli gözllüğünü çıkardı, katlayıp okuduğu sayfaya koydu, kapattı kitabı, usul usul kalktı sedirden. Ocağa iki odun daha attı. Ayaz esiyordu, fırtına patlamak üzereydi. Pastırma yazını beklerken paldır küldür gelmişti İstanbul'a kış. Klübenin gıcırdayan kapısını açtı, sarı ve kırmızı gül saksılarından bir ikisini içeri aldı.
Öbürlerini, saçağın altına doğru çekti. Yeni fidelerdi bunlar, narindiler, korunmaları gerekiyordu. Bahçedeki eski fidelere birşey olmazdı, onları budamıştı zaten, ilkbaharda azacaklardı. Buz kesiyordu hava. Ölecek bütün fideler, diye düşündü yaşlı adam. Saçağın altındaki odunları klübenin içine taşımaya başladı.

          Birden karardı gökyüzü, bardaktan boşandı yağmur. Ocağa yeni odunlar attı, gene gelip sedire oturdu, kitabını açtı, gözlüğünü taktı, kaldığı yerden okumaya koyuldu. Gökgürültülerine nal sesleri, at kişnemeleri karıştı, pencereden baktı, orman tarafından beş tane atlı geliyordu. Gene gözlüğü arasına koyup kapattı kitabı, kalktı, gidip kapıyı açtı. En önde gelen atlı, yanaşıp seslendi:
            - Selamun alykum ihtiyar!
            - Aleykum selam evlat.
            - Ava çıkmış iduk, fırtına hasıl oldu,hanende bir nebzesoluk alabilirmiyüz?
Buyur etti beş adamı klubesine. Giyim kuşamlarından sengin oldukları belliydi. İçlerinde ağaları olduğu hissedilen ela gözlü, sağ yanağında bir ben olan, kumral, ince uzun parmaklı, samur kürklü adam soru yağmuruna tuttu ihtiyarı. Duvardaki sazından, okuduğu kitaba kadar herşeyi sorup, terekte dizili kitapları bi bir inceledi. Ayrıntılı sorular sordu. sonunda yaşlı adam bunaldı:
            - Zaptiye misin bre kafir? Sormaduğun biranam kaldı!
dedi. Meraklı sorularıyla onu bunaltan adam gülümsedi:
            - Hoşsohbet adammışsın, adını bağışlar mısun?
            - Gül Baba derler namıma. Burda sarı ve kırmızı güller yetiştirür, Tophaneden gelen meraklı gençlere saz çalmayı öğretirüm.
            - Makbul adamsın Gül Baba, hoşlaştım senden. Bu ıssız ormanda vaktün neye göre ayarlarsın? Namazı neye göre kılarsun?
            - Gökyüzüne bakarum, anlarım ben zamanı.... Kasvet bulut günlerde bellü olmaz vakit, öyle günler namaz kılmam, saz çalarum.
            - Bir cami istemez mü yani bu yerlere?
            - İstedü amma, camiiden önce başka şeyler gereklü.
            - Bre camiiden önde gelen ne ola?
diye kaldırdı kaşını meraklı soruların sahibi adam.
            - Camii insana Allah'ı öğretmez, insanı bilen bilur Allah'ı, bunu öğretmek gerek insanoğluna.

Bir an duraladı samur kürklü adam, ince uzun  parmakları ile sakalını sıvazladı. Adamları ona baktılar.  
            - Bize bu fırtınada kapını açtun, sana bir ihsan eylemek isterüm Gül Baba, dile benden ne dilersün?
            - Sağlığun dilerüm bayım, ne dileyeyüm?
            - Yok yok. Bir dileğün vardur elbet, söyle edelüm.
            - Belli ki zengüsun beyim, velakin benim dileğümü hakikat eylemeye senin de gücün yemez.
            - Benim zengünlüğümü sen ne bilürsün?
            - Senin zengünlüğün bilmem amma, benim dileğümü bir tek sultan hakikat eyleyebilür.
            - Belki sultanım ben!
deyince samur kürklü adam, birden kalakaldı ihtiyar. Ürkerek baktı adamın ela gözünün içine ve o an padişahla karşı karşıya geldiğini anladı. Hemen atılıpelini öptü, tanıyamadığı için af diledi.
            - Kusurun yok affolunacak, söyle nedir dileğün?
dedi Sultan 2.Beyazıt Han.
            - Dilim varmaz sultanım.
diyerek boynunu büktü Gül Baba.
            - Bir konak mı isterdin eyyamın geçürecek? Sarayda mı yaşamayı isterdün?. Sancak mı isterdün? Vezirlük mü? Üç tuğ mu? Söyle! Hakikat eyleyeyim rüyanı
diye kükredi Sultan 2.Beyazıt Han.
            - Sultanım, sancakta vezirlikte gözüm yoktur. O işleri beceremem. Konak, saray gerekmez bana. Klübemden, güllerimden ayrılamam. Buraya cami yerine bir mektep, bir ilim irfan yuvasu inşa edesün. Buradan alimler yetişsün. Devlet uğruna pek hayırlı  bir iş olur.
            - Sen meğer pek muhim bir zatı imüşsün Gül Baba! Seni karşıma çıkaran fırtınayaa hamdolsun' Fikrül mektep pek münasip, Osmanlı'nın mülkü çoğaldıkça güçleşiyor idaresi! Bize mektepler, mekteplüler gerek.
diye Gül Baba'nın sırtını sıvazlayarak adamlarına döndü padişah:
            - Tez irade çıka! Mimar Heyrettin ve Kemalettin Efendiler, burada iki ahşap mektep binasının inşasına başlayalar!
buyurdu.
            Çabuk tamamlandı inşaat, mektebin ilk öğretmeni Gül Baba, ilk öğrencileri padişahın çocuğu  sultanlar oldu. Bu sultanlar okuluna "Mekteb-i Sultani" denildi. üzlerce çocuğu vardı padişahın, büyükler küçüklerin ağbileriydi, bu yüzden büyük sultan küçük sultana bir tokat çaktığında küçük ona:
            - Ne vuruyorsun lan?
diyemedi. Vuran öz ağbiysiydi.


Hiç yorum yok: